5 Ekim 2016 Çarşamba

Metro 2033


Yazar: Dmitry Glukhovsky / 2005
Türkçe Çeviri: Deniz Banoğlu / 2010
Türkçe Baskı: Gürer Yayınları / 560 sayfa

Metro 2033, yazar Dmitry Glukhosky'nin ilk romanı olmasına rağmen büyük başarı sağlamış bir eser. Kitap 2005 yılında basılmış ve süre gelen zamanda 25 farklı dilde yayınlanmış. Yapıt 2007 yılında Kopenhag'da düzenlenen EuroCon'da teşvik ödülüne layık görülmesiyle ünlenmiş ve 2010 yılında Rusya'da 500.000 üzerinde kopya satmıştır. Bu yazılı örneklerin dışında 2 milyon kişi tarafından da kitabın resmi sitesi üzerinden okunmuştur.



Glukhovsky yazarlık kariyerine başlamadan önce Rusya, Fransa ve İsrail gibi ülkelerdeki çeşitli yayın organlarında çalışmış bir gazetecidir. Bu kurumlar altında dünyanın bir çok ülkesinde haberler yapmış, ateş hatlarından yayınlar gerçekleştirmekten çekinmemiştir. 1979 doğumlu yazar halen Moskova'da yaşamaktadır.

Kitap ve yazarı hakkındaki bu kısa bilgilerden sonra Metro 2033'ün hikayesine kısa bir göz atacağımız yazımıza başlayabiliriz. Başlamadan önce belirtelim ki kitabı okumayanlar için serüveni deşifre edecek bazı noktalara değinmiş olabiliriz. Yazıyı okuyanlar şimdiden bu noktayı göz önünde bulundursunlar.

Hikaye, çok belli olabileceği gibi Moskova metrosu hatları üzerinde gerçekleşen bir yaşam mücadelesini konu almakta. Bilmeyenler için Moskova Metrosu'nu biraz tanımlayacak olursak bu yapı dünyanın en büyük metro ağlarından biri olmasının yanında istasyonlarının sanatsal tasarımı açısından dünyada tekdir. Metro durakları bir çok heykel, duvar işlemesi, antika aydınlatma sistemlerine sahip bir yer altı müzesi niteliğindedir. 1931 yılında Stalin'in emri ile başlayan inşaat sonucu 1935 yılında hizmete açılmıştır. 2014 yılı itibariyle 200'e ulaşan istasyonlarının arasındaki toplam mesafe 334 km'dir ve günde 20 saat aralıksız sefer düzenlenmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu istasyonlar Sovyet devlet adamları tarafından sığınak ve karargah olarak da kullanılmıştır. Kitabın ön ve arka kapağında bu metro hatlarına ait planları görebilirsiniz.

Romanın ilk sayfalarında bu metro hatlarındaki bir nöbet noktasıyla kitaba gözlerimizi açıyoruz. Nükleer savaşın ardından insanlar metro istasyonlarına sığınmış ve burada kendilerine bir yaşam kurmuşlardır. Yer altına sıkışan insanlar güneşsiz ortamlarda mantar ve domuz yetiştirerek hayatta kalmalarına rağmen kendilerine kısıtlı medeniyetler kurmuşlar. İstasyonlar arasında savaşlar, anlaşmalar, ticari ilişkiler ve güç savaşı tıpkı kıyamet öncesi dünyada olduğu gibi devam etmiştir. Bu rekabetin yanı sıra radyasyon etkisiyle mutantlaşmış yaratıklar ve evrime uğramış "Karaderililer" tarafından gelen saldırılara karşı belirli savunma hatları oluşturmuşlardır. (Evrimi canlıların hayatta kalabilmek için bulundukları şartlara uyum sağlamak olduğunu düşünürsek bu evrilmiş ırkın evrim halkasını ileriye mi yoksa geriye mi doğru taşıdığına kitabı okurken siz karar vereceksiniz)

Zaman içerisinde hem birbirlerinden hem de mutant ve karaderililerden gelen saldırılara karşı koymalarına rağmen halklar bu insan dışı varlıklardan gelen atakların sıklaşması üzerine alınan önlemleri güçlendirmek adına girişimlerde bulunmaya karar verirler. Bu konuda atılacak adımlarda halkları en çok zorlayan nokta metro istasyonları arasında yapılan seyahatlerdir. Karanlığın insan üzerinde yarattığı ürkütücü atmosfer yanında görülen halüsilasyonlar da son derece yıpratıcı etkilere sebep olmaktadır.

Hikayemizin ana karakteri Artyom, istasyonlardaki çoğu insanın olduğu gibi ailesini kaybetmiş ve Saşa amca diye hitap ettiği üvey babası tarafından yetiştirlen bir gençtir. Artyom önemli işler başarmak isteyen fakat doğal olan korkuları yüzünden pek başarılı olamayan biri olsa da atılgan bir yapıya sahiptir. İstasyondaki herhangi biriyken kendilerini ziyarete gelen, Saşa amcanın eski bir dostu olan ve kendine Hunter diyen bir yabancının verdiği sır ile kendini bazı şeylere sorumlu hisseder ve istasyonlar arasından yapılacak olan bir yolculuğa gönüllü olarak kayıt yaptırır. Söz konusu yolculuk, verilen yaşam mücadelesinde bir piyon olarak rol alan bu delikanlıyı farklı pozisyonlara sokma potansiyelinde bir girişimdir.

Hikayemiz, Artyom'un bizi metro istasyonları arasında dolaştırması üzerine kurulu. Seyahatimiz boyunca bize sürekli istasyon halklarını göstermekte ve insanlarla olan ikili ilişkilerine dahil etmekte. Serüven sırasında yazar, kimi bölümlerde çok yoğun tasvirlere yer vermese bile bizi olayın karanlığına yapayalnız bir şekilde bırakmayı çok iyi başarmış. Buna rağmen uzunca bir süre insanlığa ne olmuş, neden bu haldeler net bir açıklama bekliyoruz ve durumu kavrayabilsek bile olayı kavrayamıyoruz. Kitap süresince bir çok dip not ile karşılaşıyoruz ama bu dip not açıklamalarının notun geçtiği sayfa altında değil de kitabın en sonunda topluca yer alması bir süre sonra bu noktaları umursamamaya başlamamıza neden oluyor.(Bizim okuduğumuz kopya Güler Yayınları tarafından basılmış) Hikayede bir çok karakterle karşılaşıyoruz. Bu karakterlerin kendilerini tanıtırlarken çoğunlukla sadece isim değil de isim soyisim kullanmaları ve Artyom'un kendi kafasında konuşurken dahi karakterleri bu şekilde isim soyisim olarak düşünmesi ilginç olmuş. Rusya'da yaşamadığım ve herhangi yaşayan bir tanıdığım olmadığı için bir fikrim yok ama belkide oradaki kültürde insanlar birbirlerine bu şekilde hitap ediyorlardır.

Öykü akışında karşılaştığımız gizemli olayların gerçekten doğa üstü güçler tarafından mı yoksa zihnimiz tarafından mı gerçekleştirildiğini ise kitap sonuna kadar hep merak edeceğiz. Artyom'un bu sırları çözerkenki yolculuğunda eğer şansınız varsa tüm istasyonları görebilir hatta belki de yeryüzüne bile çıkabiliriz. Bizce kesinlikle okunması gereken bir kitap, hepinize iyi eğlenceler.

Paylaş:

0 yorum:

Yorum Gönder

Popüler

Son