7 Ekim 2016 Cuma

steam hilesi !


Popüler oyun platformu Steam büyümeye devam ederken, milyonlarca oyuncu da platform üzerinden oyun satın almaya devam ediyor. Steam üzerinden satın aldığınız oyunları kolayca indirip bilgisayar üzerinde oynayabileceğiniz gibi, Steam üzerinde satılan oyunları bedava alma şansınız da bulunuyor.

Çok kolay olmamasına rağmen Steam üzerindeki oyunlardan ücretsiz olarak yararlanmanızı sağlayan bir oyun sitesi bulunuyor. TremorGames isimli oyun sitesi üzerinde kendinize bir hesap oluşturup giriş yaptıktan sonra, oyun oynadıkça puan kazanıyorsunuz. Sonrasında bu puanları kullanarak ücretli Steam oyunlarını bedava olarak alabiliyorsunuz.

Bedava Steam Oyunu Nasıl Alınır?

Steam'den Bedava Oyun Oynama
1) TremorGames üzerine tıklayarak Tremor Games'in sayfasına gidin.
Steam Bedava Oyun Oynama - Kayıt İşlemi
2) Sitenin sağ üst kısmında bulunan içerisinde REGISTER yazılı kırmızı kutucuğa tıklayarak hesap oluşturma işlemini gerçekleştirin. Yukarıdaki görseldeki mor okla gösterilen boşluklara sırasıyla kullanıcı adı, şifre, yeniden şifre ve e-posta adresi yazdıktan sonra alttaki minik kutucu tikleyerek sonrasında alttaki mavi ve büyük REGISTEr yazılı kutucuğa tıklayarak hesap oluşturma işlemini tamamlayabilirsiniz.
Tremor Altınları kazanın. TremorCoins adı verilen altınları kazanmak için site üzerindeki oyunları oynayarak içerlerindeki başarımları tamamlamanız gerekiyor. Bunun dışında özel teklif halinde sunulan fırsatları da değerlendirerek Tremor Coins kazanabiliyorsunuz. Diğer Tremor Altın kazanma yöntemleri ise; kupa kazanma, arkadaşlarınıza Tremor Games'i önerme, günlük olarak Tremor Games'e giriş yapma ve diğer oyunlardaki eşyalarınızı takas etmedir.
Steam'de Bedava Oyun Oynama
3) Biriktirdiğiniz Tremor Altınları ile Ücretsiz Steam Oyunları alın. Site üzerinde yukarıda yazılı yöntemleri kullanarak biriktirdiğiniz Tremor coinsleri sitenin üst kısmında yer alan "Tremor Rewards" menüsü altından değerlendirenbilirsiniz. Yani bedavaya Steam oyunu satın alabilirsiniz.
Tremor Games üzerindeki çekilişlere katılma:
Steam Oyunları hediye eden Tremor Games, düzenlediği çekilişler ile kullanıcılarının bedava Steam oyunları ve Tremor Altını kazanmasını sağlıyor. Sitenin üst kısmında yer alan "Giveaways" bölümüne göz atarak düzenlenen çekilişlere ücretsiz olarak ya da çok az bir miktarda Tremor Altını vererek katılabiliyorsunuz.
Paylaş:

6 Ekim 2016 Perşembe

M4Y4

Yazar: Ş.Yüksel Yılmaz / 2016
Baskı: Destek Yayınları / 424 Sayfa

Konsepti oyun olmasa da değinmeden geçemeyeceğim bir kitabı ele alacağım bugün. M4Y4 gıptayla okuduğumuz global yayınlara taş çıkartıncasına başarılı bir hikayeye sahip. Yazarı Ş.Yüksel Yılmaz'ın İzmir Kitap Fuarı'nda bir okuyucusunun; "kitabın türü nedir?" sorusuna verdiği "Türkiye'de fazla denenememiş bir türü denedik" cevabı okuduğunuz her sayfada yavaş yavaş vücut buluyor sanki. Yazar, tıpkı hayat gibi tek bir tür üzerinde takılı kalmamış. Eteğindeki tüm taşları cömertce ortaya dökmüş. Hayatımızda da azıcık dram, biraz macera, bazen sapkınlık, gizem, bilim yokmudur? Evet bazılarında bilim yoktur diyecekseiniz ama onlar aslında pasif bilim tüketicileri değilmidir? (En azından bizce)

Kitapçıya gidip cildi elimize aldığımızda kitap kapağının içinin beyaz değil de kırmızı olması ilk bakışta benim çok hoşuma giden bir detay olmuş. Ufak bir nokta olsa da kitabın kapağının dışının ve içinin bu uyumu bir okuyucu olarak bana değer verildiğini hissettirdi. Aynı duyguları Bioshock: Rapture Şehri'nde de yaşamıştım. Şöyle sayfaları pırrrrr diye çevirince yaprakların her bir noktasının değerlendirilmiş olduğu göze çarpıyor. Yani bölümler arası boş sayfalar yada 4 satır yazıp diğer bölüme geçmek için boş bırakılan alanlar göremiyorsunuz. Kitap size kaç sayfa diyorsa bilfiil o kadar sayfayı okuyorsunuz Ayrıca yazı karater boyutu da rahat okumayı etkilemeyecek ölçülerde minimum seviyede tutulmuş. Başka bir yayın evi elinde rahatlıkla bu kitap bi 30-40 sayfa daha uzatılabilirdi.

M4Y4 Yüksel Yılmaz'ın ilk kitabı olmasına rağmen bir yazar için gerçekten riskli ögeler içermekte. Kitapta bir kere çok ciddi sadizim içeren noktalar mevcut, herkesin altından kalkacağı cinsten değil yani. Özellikle küçük bir kız çocuğunun çaresizliği ve masumiyetiyle dolu olan bir bölümde kendinizi ağlarken bulmamanız neredeyse imkansız. (O satırları okurken iyi ki yazar yanımda yoktu. Eğer olsaydı kitabın kapağının tersiyle okkalı bir şamar indirirdim suratına) Onun yanında ciddi genetik ve biyolojik altyapı gerektiren noktalara değinmiş Yüksel Bey. Burada tek bir kusuru olmuş, okuyucusunun en az kendisi kadar bu konulara hakim olacağını düşünmüş ve açıklama kısımları biraz eksik. Halbuki bazı noktalarda dip notlar kullanılması okuyucuyu çok ciddi rahatlatırdı. Bu denli derin mevzulara sahip olmasına rağmen kitapta tek bir dip not yok.

Hikayemizin baş karakterlerinden Doruk tam bir Türk genci (demek istediğimi okudukça anlayacaksınız), Judith dengeli bir kadın, Ahmad ise herkesin favorisi. Kitabın ayrı bir ilginç noktası da herkes için ayrı bir favori figür içerebilmesi. Şöyleki bu kitabı okuyan 10 kişi kitap üzerinde bir sohbete kalkışsa en az 6-7 favori karakter çıkarırlar.

Dediğmiz gibi aslında kitap içinde bir sürü kitap okur gibiyiz. Bunun benim üzerinde tek sıkıntılı noktası şu oldu. Bir bölümde koş koş kovalamaca içerisindeyiz, tam Terminatör 2 havasında bir macera içerisinde yükselip zirvelere çıkmışım birden hop bu havadan çıkıp başka bir maceraya atılıyorum ve herşeye yeniden başlıyorum. Güzel yanı ise bu başladığım yeni macerada da yazar bir şekilde zirveye çıkarmayı başarıyor insanı.Arada kalan o bölümlerdeki düşüler ise hoşuma gitmedi. Ama bu dediklerim sizi yanıltmasın, hikaye kurgusunda en ufak bir tutarsızlık, uyumsuzluk yok. Genel şablon içerisinde herşey yerli yerinde.

Şimdi siz hikayeye ait de bazı ipuçları istiyorsunuz doğal olarak fakat çok fazla ayrıntı veremeyeceğim. Çünkü ilk birkaç sayfadan itibaren kitapda tansiyon hiç düşmüyor ve değineceğimiz her satır sanki öyküde ayrı bir kilit noktası niteliğinde. Bilmeniz gereken kısım, merak ettiğiniz noktaları öğrenmek için yapacağınız tek şeyin hemen bu yazıyı kapatıp bir M4Y4 siparişi vermek olduğu. Hepinize iyi eğlenceler.


Paylaş:

5 Ekim 2016 Çarşamba

Bioshock: Rapture Şehri

Yazar: John Shirley - 2011
Türkçe Çeviri: Kerem Ergener - 2016
Türkçe Baskı: İthaki Yayınları - 423 sayfa

Rapture Şehri, tüm kesimlerce şaheser bir seri olarak kabul edilen Bioshock üçlemesindeki eksik taşları doldurma görevini üstlenmiş bir kitap olarak karşımıza çıkıyor. Yazarı John Shirley oldukça üretken bir kalem. Kariyerine onlarca kitap ve ödül sığdırmasının yanında altına imza attığı başlıklar içerisinde Doom, Halo, Watch Dogs gibi isimleri görmemiz, Bay Shirley'nin video oyunlarından kitap uyarlamalarına pek de uzak olmadığını gösteriyor. Genellikle oyunlardan uyarlanan kitaplar, iyi bir ticari başarı yakalamış oyunun gazıyla lambur lumbur tarhana bulgur tarzında yazılır. Zaten hazır olan müşteri kitlesine amiyane tabirle biraz daha tiftmek amacındadırlar. Rapture da ise durum değişik. Belki de sonda söylemem gerekenleri başta söylüyorum ama Rapture Şehri her ayrıntısıyla aldığı parayı fazlasıyla hak eden bir kitap olmuş.

Daha kitabı rafta görüp de elinize aldığınızda üzerini kaplayan resimli kağıdın altında yer alan, koyu yeşil üzerine altın harflerle yazılı cildi görünce zaten bir kaç puan birden veriyoruz. Tabi ilk başta ne güzel yaptıklarını falan düşünüp helal olsun diyoruz ama kitabı okudukça anlıyoruz ki böyle bir kapağın seçilmesi tamamen kitabın bütünlüğüyle ilgili. Oyunu oynamış olan arkadaşlar yükleme ekranlarını gözleri önüne getirirlerse eğer ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.

Öykümüz İkinci Dünya Savaşı sonu itibariyle başlıyor. "Fırsatlar ülkesi Amerika'da önüne gelen şansları çok akıllıca değerlendiren Andrew Ryan isimli SSCB göçmeni multi milyonerin bir ütopya yaratmayı amaçlaması öykümüzün merkez noktası. Dünya genelinde devletlerin, üreten kesim üzerinde (Bilim insanı, sanat insanı, çiftçi, tüccar vb) uyguladıkları sansür, vergi, koşulsuz denetim gibi baskıcı politikaları ve bunların yanında gözlerini bile kırpmadan kitleleri bir anda öldürmeyi göze alabilen vahşilikleri Ryan'ın kafasında bazı düşünceler yeşertir. Andrew tüm bu yapıdan tiksinmektedir, ayrıca aptal, beceriksiz, üretmeyen beyinlerden de nefret ediyordur. İnsanların daha iyi şartlarda yaşayıp refaha kavuşması için tüm bu asalaklardan izole edilmiş bir biçimde yaşaması gerekiyordur. Ha bide din olayı var. Din, Ryan'a göre insanları diz çöktürmek, avutmak için onlara verilen afyondan başka bir şey değildir. Andrew Ryan ne kadar rafine bir toplum yaratmak istesede her sistemin olduğu gibi Rapture'ın da en zayıf halkası yine insanlar olacak ve Ryan bile er yada geç kendinin de herkes gibi insani zaafiyetlere sahip olduğu gerçeğiyle yüzleşecektir.

Sahip olduğu sınırsız maddi güç ve vizyon ile okyanusun altında, Kuzey Atlantik'de insanlığın kurtuluşu, medeniyetin en gelişmiş noktası olacak olan Rapture Şehri'ni inşaa eder. Rapture'a yaşamaya gelen herkes Ryan tarafından seçilir ve özel bir mektup ile davet edilir. Şehrin gizliliği açısından Rapture'a yaşamaya gelen insanlar bir daha dışarı çıkmamayı, kendi ve ailelerinin yaşantısını hayatları boyunca bu şehirde geçirmeyi kabul etmeleri gerekmektedir."

Kitabımız tek bir ana karaktere sahip değil. Hikaye örgüsünün bir çok karakter tarafından sırtlanması kurgunun çok dengeli bir biçimden dağılmasını ve tabana sağlam oturmasını sağlamış. Karakter aralarından çok keskin geçişler olmasına rağmen bu geçişlerin çok net hatta başlık ve tarihler aracılığıyla sağlanması öykü sırasında bocalamamıza imkan vermiyor.

Yazarın dili(çevirmenin de etkisiyle) oldukça akıcı. 1940 ve 1950lerde geçen bir hikayenin içerisine klişeler oldukça iyi serpilmiş. Öyküde hayat bulan karakterler zihnimizde çok rahat canlanabiliyor ve New York köşelerini hayal edebilmemiz bir yana Rapture sokaklarını bile çok rahatlıkla kafamızda canlandırabiliyoruz.

Kitabımız toplam olarak 423 sayfa halinde numaralandırılmış ama hikaye ancak 11. sayfada başlıyor. Puntolar ufak sayılabilecek düzeyde, sayfa başına yaklaşık 35 satırlık cümleler sığdırılabiliyor. Sayfalarda hiçbir görsel ögeye yer verilmemiş durumda.

Komik bir rastlantı belki ama inceleme yazısı yazdığımız bu dördüncü kitap ve yine farklı bir dip not uygulamasıyla karşılaşıyoruz. Yani bu kadar basit bir nokta üzerinde nasıl dört kitapta dört ayrı uygulama oluyor şaşıyorum. Bu kez yayın evi İthaki bir sayfada başladığı dip nota diğer sayfada devam ediyor. Örneğin 37. sayfada başlayan bir dip notun devamı 38. sayfada. Niçin böyle bir düzen yapmışlar anlayamadım doğrusu.

Kitabın geneline baktığımzıda ise neredeyse kulp bulmak imkansız. Tabi ki her okuyucunun dikkat ettiği, hassasiyet gösterdiği farklı noktalar vardır ama Oyun Laboratuvarı olarak biz kitabı çok beğendik, sizinde keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.
Paylaş:

Metro 2034

Yazar: Dmitri Glukhovsky
Çeviri: Deniz Banoğlu / 2015
Türkçe Baskı: Panama Yayıncılık / 495 Sayfa

Dmitry Glukhovsky'nin ilk kitabı olan Metro 2033'e daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Yazar ikinci çalışmasını da  aynı evren üzerinde kurgulamış. Kitap yine çıktığı yıl Rusya listelerinde 300.000 gibi bir satış rakamı elde etmiş ve resmi sitesi üzerinden ücretsiz şekilde yayınlanmış. Bu da eserin satılan yazılı kopyalarının yanı sıra yüz binlerce okuyucuya daha ulaşmasını sağlamış.

Metro 2034 isminden de çok açık olduğu şekilde ilk kitaptaki maceranın bir yıl sonrasında Metro'da olan olayları bize anlatmakta. Bu kitapta yazarın dili ve anlattığı olayların kurgulanmasında bazı farklar göze çarpıyor. 2033'deki yüksek tempo, gizem ve serüvendeki akıcılık yerini daha dingin ve duygusal bir hikayeye bırakmış durumda. Son derece iyi hissettiğimiz yalnızlık hissi ise artık yok. Bu hissin olmamasının başlıca nedeni tabi ki karakter farklılıkları. Bir sene önceki kahramanımız Artyom daha çok dünü ve yarını düşünecek vakti olmayan, bugünün şartlarında hem kendi yaşamına tutunmaya hem de tüm Metro halkını etkileyecek olası yıkımı engellemeye çalışan bir karakterdi. Tüm kitap boyunca onun gözünden ve beyninden Metroyu gözlemliyorduk. 2034'de ise bir yerine iki karakterimiz bulunmakta. Bunlar yaşı ilerlemiş ve eşinden başka kimsesi olmayan Homer, babasıyla tek başlarına zorlu bir hayatı yaşamak zorunda kalan genç Saşa. (Yazar iki kitapta iki farklı karaktere de Saşa ismini vermiş. Genelde bu tür kitaplarda karakterlerin isim benzerlikleri olmaz. Heralde bir anlamı vardır)

Hikayenin akışı, farklı mekanlarda olan iki karakterin de gözünden eş zamanlı olarak ayrı ayrı işleniyor. Bu işleyiş sırasında geçmişi düşünmeler(flashback) son derece fazla. Bu da bize konunun evveliyatını anlamamızda yardımcı oluyor. Yayın evinin (Panama Yayıncılık) karakterler arası geçiş sırasında paragraf aralarına bir ayraç koymaması (örneğin *** gibi) başlarda biraz kafamızı karıştırıyor. Bunun yanında ilk kitapta yayın evinin (Gürer Yayınları) tüm dipnotları kitap sonunda toplaması gibi pratik olmayan bir uygulama yapmamışlar. Tüm dip notlar alışılagelmiş şekilde mevcut sayfanın en altında yer alıyor. Böylece bilmediğimiz bu metro istasyonları hakkında hikayeden kopmadan bilgi sahibi olabiliyoruz. Kitap boyunca kat ettiğimiz istasyon sayısı da ilk kitaptakine göre daha sınırlı olduğundan çok fazla kitap başında ve sonunda olan haritalara bakma ihtiyacını hissetmiyoruz. Bu da bizim hikayeden kopmamıza imkan vermeyen ayrı bir nokta. Macerada bize ara sıra da olsa eski dostların eşlik etmesi ise kitapla duygusal bir bağ kurmamızı sağlayan ayrı bir etken. Bu öyküde de ilk kitapta olduğu gibi bizi maceraya sürükleyen kişi Hunter. Serinin ana karakteri olarak bu adamı görmemiz sanırım yanlış olmaz.

2033'de Metro'da var olan karamsar havayı son derece iyi hissetmemize rağmen insanlığı bu hale getiren olayları çok derinlemesine anlama fırsatımız yoktu. Bir savaş olmuş, nükleer silahlar ateşlenmiş ve yeryüzünde insanoğlunun yaşamına elverişli olan tüm unsurlar bir anda ortadan kalkmıştı. 2034'de ise insanların neden ve nasıl metroya indikleri, orada yaşam kolonilerini nasıl kurabildiklerini daha belirgin anlama fırsatımız oluyor.

Kitabın oyun serisiyle olan ilişkisine gelecek olursak ilk kitaptaki gibi bir beklentimiz olmasın. Metro 2033 kitabı ve video oyunu son derece paralel ilerlerken, Metro 2034 ve video oyun serisinin ikincisi olan Metro: Last Light böyle bir paralellik içermiyor. Yani ikinci kitap ve ikinci oyun farklı hikayeler anlatmakta.

Sonuç olarak Metro 2034 bize apokaliptik bir 500 sayfa sunuyor, türün meraklıları için değerlendirilebilinir. Bizim gibi ilk kitabı bir çıta gibi koyanlar için ise biraz hayal kırıklığı olması kaçınılmaz. Kitabın satış rakamlarının bu denli olmasında ilk kitabın mutlak bir etkisinin olduğu görülüyor ama üçüncü bir kitap yayınlanırsa önceki eserlerin satış üzerindeki etkisi ne olur orası koca bir soru işareti.


Paylaş:

Metro 2033


Yazar: Dmitry Glukhovsky / 2005
Türkçe Çeviri: Deniz Banoğlu / 2010
Türkçe Baskı: Gürer Yayınları / 560 sayfa

Metro 2033, yazar Dmitry Glukhosky'nin ilk romanı olmasına rağmen büyük başarı sağlamış bir eser. Kitap 2005 yılında basılmış ve süre gelen zamanda 25 farklı dilde yayınlanmış. Yapıt 2007 yılında Kopenhag'da düzenlenen EuroCon'da teşvik ödülüne layık görülmesiyle ünlenmiş ve 2010 yılında Rusya'da 500.000 üzerinde kopya satmıştır. Bu yazılı örneklerin dışında 2 milyon kişi tarafından da kitabın resmi sitesi üzerinden okunmuştur.



Glukhovsky yazarlık kariyerine başlamadan önce Rusya, Fransa ve İsrail gibi ülkelerdeki çeşitli yayın organlarında çalışmış bir gazetecidir. Bu kurumlar altında dünyanın bir çok ülkesinde haberler yapmış, ateş hatlarından yayınlar gerçekleştirmekten çekinmemiştir. 1979 doğumlu yazar halen Moskova'da yaşamaktadır.

Kitap ve yazarı hakkındaki bu kısa bilgilerden sonra Metro 2033'ün hikayesine kısa bir göz atacağımız yazımıza başlayabiliriz. Başlamadan önce belirtelim ki kitabı okumayanlar için serüveni deşifre edecek bazı noktalara değinmiş olabiliriz. Yazıyı okuyanlar şimdiden bu noktayı göz önünde bulundursunlar.

Hikaye, çok belli olabileceği gibi Moskova metrosu hatları üzerinde gerçekleşen bir yaşam mücadelesini konu almakta. Bilmeyenler için Moskova Metrosu'nu biraz tanımlayacak olursak bu yapı dünyanın en büyük metro ağlarından biri olmasının yanında istasyonlarının sanatsal tasarımı açısından dünyada tekdir. Metro durakları bir çok heykel, duvar işlemesi, antika aydınlatma sistemlerine sahip bir yer altı müzesi niteliğindedir. 1931 yılında Stalin'in emri ile başlayan inşaat sonucu 1935 yılında hizmete açılmıştır. 2014 yılı itibariyle 200'e ulaşan istasyonlarının arasındaki toplam mesafe 334 km'dir ve günde 20 saat aralıksız sefer düzenlenmektedir. İkinci Dünya Savaşı sırasında bu istasyonlar Sovyet devlet adamları tarafından sığınak ve karargah olarak da kullanılmıştır. Kitabın ön ve arka kapağında bu metro hatlarına ait planları görebilirsiniz.

Romanın ilk sayfalarında bu metro hatlarındaki bir nöbet noktasıyla kitaba gözlerimizi açıyoruz. Nükleer savaşın ardından insanlar metro istasyonlarına sığınmış ve burada kendilerine bir yaşam kurmuşlardır. Yer altına sıkışan insanlar güneşsiz ortamlarda mantar ve domuz yetiştirerek hayatta kalmalarına rağmen kendilerine kısıtlı medeniyetler kurmuşlar. İstasyonlar arasında savaşlar, anlaşmalar, ticari ilişkiler ve güç savaşı tıpkı kıyamet öncesi dünyada olduğu gibi devam etmiştir. Bu rekabetin yanı sıra radyasyon etkisiyle mutantlaşmış yaratıklar ve evrime uğramış "Karaderililer" tarafından gelen saldırılara karşı belirli savunma hatları oluşturmuşlardır. (Evrimi canlıların hayatta kalabilmek için bulundukları şartlara uyum sağlamak olduğunu düşünürsek bu evrilmiş ırkın evrim halkasını ileriye mi yoksa geriye mi doğru taşıdığına kitabı okurken siz karar vereceksiniz)

Zaman içerisinde hem birbirlerinden hem de mutant ve karaderililerden gelen saldırılara karşı koymalarına rağmen halklar bu insan dışı varlıklardan gelen atakların sıklaşması üzerine alınan önlemleri güçlendirmek adına girişimlerde bulunmaya karar verirler. Bu konuda atılacak adımlarda halkları en çok zorlayan nokta metro istasyonları arasında yapılan seyahatlerdir. Karanlığın insan üzerinde yarattığı ürkütücü atmosfer yanında görülen halüsilasyonlar da son derece yıpratıcı etkilere sebep olmaktadır.

Hikayemizin ana karakteri Artyom, istasyonlardaki çoğu insanın olduğu gibi ailesini kaybetmiş ve Saşa amca diye hitap ettiği üvey babası tarafından yetiştirlen bir gençtir. Artyom önemli işler başarmak isteyen fakat doğal olan korkuları yüzünden pek başarılı olamayan biri olsa da atılgan bir yapıya sahiptir. İstasyondaki herhangi biriyken kendilerini ziyarete gelen, Saşa amcanın eski bir dostu olan ve kendine Hunter diyen bir yabancının verdiği sır ile kendini bazı şeylere sorumlu hisseder ve istasyonlar arasından yapılacak olan bir yolculuğa gönüllü olarak kayıt yaptırır. Söz konusu yolculuk, verilen yaşam mücadelesinde bir piyon olarak rol alan bu delikanlıyı farklı pozisyonlara sokma potansiyelinde bir girişimdir.

Hikayemiz, Artyom'un bizi metro istasyonları arasında dolaştırması üzerine kurulu. Seyahatimiz boyunca bize sürekli istasyon halklarını göstermekte ve insanlarla olan ikili ilişkilerine dahil etmekte. Serüven sırasında yazar, kimi bölümlerde çok yoğun tasvirlere yer vermese bile bizi olayın karanlığına yapayalnız bir şekilde bırakmayı çok iyi başarmış. Buna rağmen uzunca bir süre insanlığa ne olmuş, neden bu haldeler net bir açıklama bekliyoruz ve durumu kavrayabilsek bile olayı kavrayamıyoruz. Kitap süresince bir çok dip not ile karşılaşıyoruz ama bu dip not açıklamalarının notun geçtiği sayfa altında değil de kitabın en sonunda topluca yer alması bir süre sonra bu noktaları umursamamaya başlamamıza neden oluyor.(Bizim okuduğumuz kopya Güler Yayınları tarafından basılmış) Hikayede bir çok karakterle karşılaşıyoruz. Bu karakterlerin kendilerini tanıtırlarken çoğunlukla sadece isim değil de isim soyisim kullanmaları ve Artyom'un kendi kafasında konuşurken dahi karakterleri bu şekilde isim soyisim olarak düşünmesi ilginç olmuş. Rusya'da yaşamadığım ve herhangi yaşayan bir tanıdığım olmadığı için bir fikrim yok ama belkide oradaki kültürde insanlar birbirlerine bu şekilde hitap ediyorlardır.

Öykü akışında karşılaştığımız gizemli olayların gerçekten doğa üstü güçler tarafından mı yoksa zihnimiz tarafından mı gerçekleştirildiğini ise kitap sonuna kadar hep merak edeceğiz. Artyom'un bu sırları çözerkenki yolculuğunda eğer şansınız varsa tüm istasyonları görebilir hatta belki de yeryüzüne bile çıkabiliriz. Bizce kesinlikle okunması gereken bir kitap, hepinize iyi eğlenceler.

Paylaş:

30 Eylül 2016 Cuma

Kimdir Bu Tom Clancy

Mesleklerinde başarılı olmuş ünlü isimlerin bilgisayar oyunlarında markalaşmasını çok gördük. Emilyn Hughes, Tony Hawks, Colin McRae aklıma hemen gelen bir kaç isim. Bu listeyi alabildiğince uzatmamız mümkün ama sıralama yaptığımızda en başa hep tek bir ismi koyuyoruz, Tom Clancy...

Tom Clancy, ilk yapıtı olan "Kızıl Ekim"i 1984 yılında yayınlamadan önce kendi halinde sigortacılık yapan edebiyat mezunu bir insandı. Aslında okulu bitirdikten sonra ABD ordusuna yazılmak istediyse de görme bozukluğu yüzünden bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmış. Yazmış olduğu kitaplardaki gerçekçilik, detaycılık ve taktisyenlik ise uzun süre okuyucuları arasında kendisinin ordudan ayrılmış bir asker olduğu görüşünü hakim kılmıştır.

1982 yılında yazmaya başladığı ilk kitabını bitirmesi 2 sene sürmüş. Bu süreç sonunda kitap 5000$ karşılığında Naval Institute Press'e satmış.(iki koca sene karşılığı çok az bir meblağ) İnanıyoruz ki bu satıştan, ilk kitabını bastırmak için fırsat bulan yazar kadar taslağı okuduğunda kitabın bir Best Seller olma potansiyeline sahip olduğunu gören firma editörü Deborah Grasvenor'da memnun olmuştur.

Bu kitap ile birlikte yazarın eserlerindeki ana karakter Jack Ryan'da okuyucular ile buluşuyor. Kızıl Ekim romanı, yayınlandıktan 6 sene sonra, 1990 yılında beyaz perdeye aktarılmış ve Tom Clancy'nin yazdığı kitaplardan 4 tanesi daha ilerleyen zamanda Hollywood sahnesine taşınmıştır. Bu filmlerden "En Büyük Korku" isimli romanından esinlenilerek çekilen filminin yapımcılığını da kendi yine Tom Clancy üstlenmiştir.

 
Tom Clancy'nin Sinemaya Uyarlanan Romanları

Yazar, kendi eserleri dışında bazı serilere de danışmanlık yapmaktan geri kalmamış;
  • Op-Center
  • NetForce
  • Splinter Cell
  • PowerPlays
serilerine destek vermiştir. Bunların içinden Op-Center ve NetForce TV filmi olarak çekilmiş aynı zamanda yazar, Op-Center filminin yapımcılığını da yapmıştır.

Tom Clancy'nin yazarlık dışındaki ticari faaliyetleri sadece sinema endüstrisiyle sınırlı kalmaz. 1988 yılında dönemin dev oyun firmalarından Microprose tarafından Red Storm Rising'in strateji temellerine oturan oyunu piyasaya sürülür. 1996 yılında ise Doug Littlejohns ortaklığı ile kendi oyun şirketi Red Storm Entertainment'i kurar ve bu firmanın ilk oyunu Tom Clancy's Politika 1997 senesinde raflardaki yerini alır. Şirket attığı bu ilk tohumların meyvesini kısa sürede toplamaya başlar ve Ağustos 2000 tarihinde firma, ünlü fransız oyun dağıtıcısı Ubisoft tarafından satın alınır. Ubisoft günümüze kadar Tom Clancy oyunları üretmeye devam eder. En son 2016 yılında piyasaya çıkan The Division ve Rainbow Six'e kadar bir çok türde oyun üretilir. Bunların içerisinde savaş uçağı simülasyonlarından takım-taktik tabanlı oyunlara, strateji oyunlarından gizlilik oyunlarına kadar bir çok farklı tarzda, başarılı yapımlar görmemiz mümkündür.


Hayatımıza bir ekim hikayesi ile giren Tom Clancy yine bir ekim günü 2013 yılında, yaşadığı Baltimore yakınlarında bulunan John Hopkins Hastanesinde hayata veda etti. Ölümü tüm dünyada büyük sürpriz ve üzüntü yaşattı. Daha sonraki günlerde John D. Greshamdan yapılan açıklamaya göre Clancy ölümünden birkaç yıl önce bir by-pass geçirmek zorunda kalmış ve bu ani ölümü o günden beri süre gelen kalp rahatsızlıklarının sonucunda meydana gelmiştir. Ölümünün bu üçüncü yıl dönümünde hala yeni oyunları çıkmaya devam eden, dünya edebiyet, sinema ve oyun camiasında kalıcı izler bırakan yazarımızı saygıyla anıyoruz...





Paylaş:

24 Haziran 2016 Cuma

Nintendo 3DS Versiyonu Nasıl Düşürülür?

Oyun Laboratuvarından eş dost herkese merhaba. Bugünkü yazımızda; 3DS'e HBL yükledikten sonra modlamamızın ikinci aşamasına geçiyoruz. Bu aşamada v9.5 olan cihazımızı v9.2'ye downgrade işlemini gerçekleştireceğiz. (Bu yapacağımız işlem 10.3 ve altındaki tüm versiyonlarda uygulanabilir) Böyle bir işlemi yapmamızın nedeni kopya oyun oynatmak için kullanacağımız Gateway kartın an itibariyle 9.2 versiyon ve altı makinalarda çalışıyor olması. İlerleyen günlerde gelecek güncellemeler ile daha üst versiyonlara da destek gelebilir fakat şu anda 9.2 versiyona geçmekten başka bir çaremiz yok.

Bu downgrade işlemini gerçekleştirirken yine cihazımızda kullandığımız SD karta ihtiyaç duyacağız. Bu sd kartın içerisne internetten indirdiğimiz bazı klasörleri kopyalamalıyız. İhtiyacınız olan klasörlere sayfanın altındaki indirme linkinden ulaşabilirsiniz.İndirmiş olduğumuz klasörlerden updates isimli klasörü SD kartımızın ana dizinine, safeSysUpdate yazan klasörü ise SD kartımızın içerisinde yer alan 3ds kalsörünün içerisine kopyalıyoruz. Kopyalama işleminin ardından kartı bilgisayarımızdan söküp tekrar 3DS içerisine takmalayız.

Kartı cihaza takıp HBL ile boot ettikten sonra karşımızda çıkan menüden safesysupdater'ı bulmalıyız. Bu uygulama aracılığıyla updates klasörü içerisinde SD kartımıza kopyaladığımız v9.2 sistem dosyaları sayesinde downgrade işlemi gerçekleşecek. Tabi burada illa ki sistemimizi 9.2'ye indirmemiz gerekmiyor. Eğer başka bir versiyona downgrade etmek istersek o versiyonla ilgili CIA dosyalarını bulmamız gerekli. Söz konusu dosyalara buradan ulaşabilirsiniz. İstediğiniz versiyona ait dosyaları indirirken lütfen cihazınızın bölgesine dikkat edin. Cihazınıza ait olmayan bir bölgenin dosyalarını yüklemeniz halinde cihazınız bricklenebilir. Bu durum cihazınızı atıl duruma getirebilir.



Evet safesysupdater uygulamasını çalıştırdıktan sonra karşımıza gelen komutlardan Downgrade olanı "Y" tuşu aracılığıyla seçiyoruz. Bu seçimden sonra bir dizi komut ekranı belirecek. Gelen komutlar eğer aşağıdaki resimlerde görüldüğü gibiyse işlemimiz sorunsuz gerçekleşiyor demektir. Bu yaptığımız uygulama kritik bir işlem olduğu için uygulamayı yaparken pilimiz her ne kadar dolu gözükse de cihazımızı şarj adaptörüyle birlikte prize takmalıyız. İşlem arasında cihazın kapanması halinde 3DS'i tekrar kullanamama gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kalabiliriz.


İşlem tamamlanıp da son resimdeki ekran gelince cihaz kendi kendine 10 saniye içerisinde reboot edecektir. Eğer etmezse güç düğmesinden bir hard reset yapıp cihazı tekrar başlatabiliriz. Tekrar başlatma sırasında muhtemel olarak siyah ekran gelip cihaz açılmayabilir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında çok fazla telaş etmemek gerekli. SD kartı cihazdan çıkarıp 3DS'i açtığımızda makinenin sorunsuz açıldığını göreceğiz. Sistem ayarları kısmına gidecek olursak da cihazın artık 9.2 versiyon olduğunu görebiliriz.

 Peki niçin cihaz sd kartla açılmıyordu, bunu nasıl düzeltebiliriz? Bu sorunun cavabı gayet basin. Öncelikle kartı tekrar bilgisayarımıza takıp fat32 olarak biçimlendireceğiz. Ardından bu kartı 3DS'e takıp gerekli sistem dosyalarının karta oluşturulmasını bekleyeceğiz. Son olarak da buradan ulaşabileceğiniz HBL yükleme adımlarını baştan yapacağız ve artık makinemiz sorunsuz olarak 9.2 versiyonda çalışacaktır. Hepinize iyi oyunlar.

Not: Bu bağlantıdaki dosyalar Avrupa Bölgesi(Pal) cihazlar için verilmiştir. Kendi cihazınız ile uyumluluğu hakkında net bilginiz yoksa lütfen uygulamayın.

 
Uygulama Videosu

 


Paylaş:

Popüler

Son