23 Kasım 2015 Pazartesi

İzmir Fuarı ve Lunaparklar

Biz doğma büyüme izmirli olduğumuz için çok alışılmadık bir yer olarak gelmiyordu fuar alanı. Fakat  Türkiye'de büyük olaymış İzmir Fuarı zamanında. İnsanlar civar şehirlerden arabalara atlayıp, otobüs kaldırıp her ağustos ayının sonunda Türkiye'nin bu en büyük şenliğine gelirlermiş. Tam adı İzmir Enternasyonel Fuarı. Memlekette ne kadar şarkıcı, türkücü, komedyen, şovmen varsa hepsinin ikhameti bir süreliğine İzmir olurmuş. Bunun yanıda ülke genelinde ne kadar iş kolu varsa İzmir Fuarında üç metrekare yer kapabilmek için birbirlerini yerlermiş. Zaten asıl amaç ticari bir fuar olması bu organizasyonun. Ben en çok kamyonların olduğu alanları severdim bunlar içinde. Pırıl pırıl parlayan o koca devin kafayı öne yatırmış hali ve üzerinde toz bile bulunmayan kocaman lastikler çok ilginç gelirdi bana.

Her adım başı bir baloncu, pamuk şekerci, ışıklı şapkalar satan bir oyuncakçı yani bir çocuğun aklını çelebilecek her türlü işportacı çıkardı karşınıza. Kalabalık yüzünden santim santim ilerlerken çocuğunuzu bu işportacılardan sakınmanın mümkünatı yoktu. Mecbur en hesaplısından bir balon alınır, çocuğun aval bir anında gökyüzüne kaçmaması için bileğe bağlanırdı. İnsanları çekebilmek için türlü etkinlikler olurdu. Bira bahçelerinde oturup midye dolma eşliğinde kafayı çekmek racon gibi birşeydi. Maddi durumu el verenler Kübanaya gidip Ferdi Özbeğen dinlerlerdi yada Göl gazinosunda Emel Sayın... Bu Göl gazinosu cidden yapay bir gölün içerisinde konumlandırılmıştı, hala da öyledir. Gölün içerisindeki kuğu şeklinde deniz bisikletleri sefa yapmak için kullanılırdı. Sağ tarafa doğru o zamanlar Türk Hava Kurumuna ait olan paraşüt kulesi bulunmakaydı. Cesur olan yetişkinler çıkıp buradan paraşütle atlıyorlardı.

Fuar'ın Açıkhava Tiyatrosu'da Türkiyenin en meşhur oyuncularına ev sahipliği yapardı. Sonraları alternatif olarak bir de Nejat Uygur tiyatrosu açıldı. Rahmetli her sene gelip bir oyun sergiledi sağlığı el verdiği müddetçe. Tabi çocuklar için de ilgi çekiciydi fuar. İçerisindeki hayvanat bahçesinde şanslı olan çocuklar fil Bahadırı'ın su püskürtmelerini görebilirdi. O zaman için baya bir hayvan vardı. Arkalara doğru yanındaki yaban domuzunun kokusu yüzünden sersemlemiş Alman Kurdu kaderine boyun eğmiş sessiz sedasız yatıyordu ne zaman gitsem. Ben sadece bu hayvanat bahçesinin kapanmasına ve şehir dışında çok güzel bir doğal yaşam parkı açılmasına sevindim. Hayvanlar hapis hayatından kurulup daha rahat yaşama fırsatı buldular bu sayede. Hayvanat bahçesi ne kadar ilgi çekici de olsa o ışıklı dünyaya uğramadan bitmezdi fuar hiçbir çocuk için. Pavyonlar arasında dolanırken kafa hep havada, o görülmeye çalışılan dönme dolabın konuşlandığı Lunapark...

Lunapark zaten çoğumuz için fuar demekti. Her yanı açık olmasına rağmen demir, portatif çitlerle çevrelenmiş ve sadece iki girişi vardı. Ben hep rengarenk ampullerle LUNAPARK yazan büyük girişten geçmeyi severdim. Girişte hemen solda en gözde oyuncak olan Radar olurdu. Turu kısa da olsa finale yakın olan 360 derece dönüşün altındaki kalabalık geçen treni izlerdi. Sonradan öğrendik ki ismi Roller Coaster'mış radarın. Radar bir iki tur izlenip lunaparka adaptasyon sağlandıktan sonra çarpışan arabalar ilk adres olurdu. Makul bir halı saha büyüklüğündeki metal alanın üzerindeki arabalar hasım gözetmeksizin birbirlerine girerken bir okadar kalabalık da alanın dört yanında pusuya yatardı. Okul zilini andıran bir uyarı sesiyle birlikte kenardaki kalabalık arabalar hücum eder, yaklaşık 30 saniyedir gözlerine kestirdikleri arabalara binebilmek için yarışırlardı. Şayet araba yakalandıysa hemen içine kurulunur yaklaşık bir çay bardağı ağzı büyüklüğünde olan kalın ve plastik jeton arabanın içine atılırdı. İkinci bir zil sesinin ardından araba kapamayan kısmetsizler bu kez de ezilmemek için kaçışırlardı.

Lunaparkın en gaddar oyuncağı o yıllar gondol yada korsan adıyla anılan gemiydi. Daha sonraları Uçan halı, Kamikaze ve Ufo gelince kuzuya döndü bizim emektar gondol. Pek fazla ürkütemedi artık insanları. İçlerinden Uçan halı çok tırsılan bir makine olmasa da sıkılmadan çaldıkları mezdeke albümleri komiğime giderdi hep. Bunlardan sadece orta okulda Kamikaze'ye bindim, içim dışıma çıkmıştı.

Sırtını ağaçlığa vermiş olan korku tüneli sanki ranzasında oturan bir koğuş ağası gibi baş köşede dururdu. Bundan önceki korku tüneline bindiğimi hatırlıyorum ama daha fazla detay bırakmadı bende. Ama o kaldırılıp bu tünel yapılınca kalenin üzerinde tur atan cadısıyla, sol tarafta kafesleri parçalayan King Kong'uyla beni mest ettiğini çok iyi hatırlıyorum. Hiç birşeye binilmese bile o korku tüneline mutlaka binilirdi. gişesi önünde oluşan Lunapark'ın en uzun kuyruğundaki nöbet ise peder beyin göreviydi hep.

Kardeşimle aramızda 5 yaş olduğu için atlı karınca, salıncak yada radarın ufağı Elma Kurdu'da ziyaret edilirdi mutlaka. Kardeşim tek başına binmez yanında hep beni de isterdi bende memnuniyetle eşlik ederdim kendisine.



Yıllar ilerledikçe fuar cazibesini yitirdi, yerel idareler bu cevheri ellerinde söndürüp tükettiler. Önce sanatçılar bir bir gelmemeye başladı sonra gazino ve birahaneler çekiciliğini yitirdi. Zamanla sektörler yıl içerisinde kendi fuarlarını düzenlemeye başladılar ve İzmir Enternasyonel Fuarı bitti gitti. Son bir kaç senedir canlandırmaya çalışıyorlarsa da belediye de umudu kesmiş olacak ki Gaziemir tarafına yeni bir fuar alanı inşaa etti. Bu erozyondan tabiki bizim lunapark da nasiplendi. Eskiden adım atılamayan Lunaparkda yine çocuklar gülüp oynuyor ama, ama işte... Bu yazıyı yazarken fotoğraf bulablirmiyim diye google'a yazdım. Hala eski sahipleri tarafından işletiliyormuş bizim Lunapark, benim fotoğraf koymama gerek kalmadı. Hepsi burada var: http://www.coskunlunapark.com/galeri.php

Bizim Lunaparkın adı Coşkun Lunapark'mış. Hadi Coşkun Lunapark kurunun yanında yandı, fuarla birlikte eridi, diğer lunaparklara noldu?

Paylaş:

20 Kasım 2015 Cuma

Tatilya

Sene 1996. O günlerde sayıları parmaklarla ifade edilen, 8 kanallı Nordmende televizyonumuza rahat rahat sığan televizyon kanallarında renkli mi renkli bir reklam dönmeye başlamıştı. Alışveriş merkezi kavramının daha oluşmadığı beynimde devasa bir kapalı alan ve uçsuz bucaksız bir insan topluluğu. Bağıranlar, kahkaha atanlar, yemek yiyenler hepsi bir arada. Reklamdaki çocuklar binbir çeşit oyuncağın birinden inip diğerine biniyordu. Betimleyecek olsak eşi benzeri yok. Ha konsepti biliyoruz, İzmir Fuarındaki lunapark. Zaten o günlerde fuara gidiyoruz dendiğinde eşittir lunapark. Önce korku tüneli, sonra çarpışan arabalar. Fakat burası kapalı alandı. İçeride hamburger yerken yanaklarına kadar ketçaba bulanmış çocuklarla dolu kapalı bir fuar.

Yaklaşık bir dakika süren reklam, sonunda ağzındaki baklayı çıkardığında o an farklı farklı evlerde bulunan tüm sınıf arkadaşlarım ve benim aklımıza tek bir isim kazınmıştı, Tatilya...



Ekrana aval aval baktığımı gören bizimkiler 'aaa götürelimmi seni buraya' dediğinde duyduğum mutluluk tarif edilemezdi. Ertesi gün okulda çocuklar teneke kola kutusunu ezip yaptıkları topu (aslında buz hokeyi pakına daha çok benzer) hunharca tekmelerken ben ve reklamı izlemiş çocuklar bir kenarda toplanmıştık. Bir yandan ağzımıza gevrek tıkıştırıp diğer yandan Tatilya'yı öve öve bitiremiyorduk. Hepimiz gidip görmüş gibi heyecanlı heyecanlı makineleri anlatıp durduk birbirimize. Bir sonraki teneffüs yine, sonrakinde bir daha. Sanki babamızın Tatilyası. 


Bu arada tabiki de efsanelerde yayıldı. Oğlum Tatilya'ya davetiyeyle giriliyormuş, içeride oyuncaklar bedavaymış. Neye istersen biniyormuşsun. Bunlar gerçeği biraz değişik de olsa yansıtıyordu. Tatilya günlük sınırsız giriş gibi bir kampanyaya sahipti. Bu kampanya dahilindeki bileti alınca tüm gün istenilen oyuncağa dilediğin kadar binebiliyordun. Ayrıca bu biletin sezonluk olanları da bulunuyordu ama kim bilir ne kadar. Zaten bir insan her hafta Tatilya'ya gidecek kadar zengin olamazdı ki. Tatilya'nın makineler için jetonu da vardı ama zaten sınırsız imkan olan bir yerde jeton neden olsun ki. Belkide arcade makine falan varsa başını çok meşgul etmemek için onlar jetonluydu yada illa sınırsız kart almak gerekmiyordu, bilemiyorum. Tek bildiğim ne pahasına olursa olsun gidilip görülmeliydi.

Günler birer ikişer geçsede benim aileme Tatilya baskım hiç bitmedi ama yerimiz yurdumuz İzmir, Tatilya İstanbulda. Kırk yılın başı peder bey toptancılara uğramak için İstanbula gidecek, yanında torba gibi beni de taşıyacak, o günü birlik seyahatte de tüm işi gücü bırakıp beni Tatilya'ya götürecek. Ohooo ölme eşşeğim ölme. Ama bana ne, söz vermeselerdi. Götürelim seni demeselerdi.

Fakat yine de haklarını yemeyim, bizimkiler hiç birşeyden geri bırakmadı beni. Buna rağmen çocukluk öfkesiyle her yaptığım hatada 'zaten verdiğiniz sözleri tutmuyorsunuz' diye üste çıkma çabalarım, hayatta bana bir fiske bile vurmayan adamı 'hala babam beni dövüyor' diye şikayet etmem ve halamın peder beye çektiği kalay...

Sonuç; Tatilya'ya hiç bir zaman gidemedik. Zamanla büyüdükçe  bu sevda  da küllendi zaten. Yaklaşık 10 senelik bir faaliyetten sonra ise kapandı Tatilya. Arabın birine 1 milyon dolara mı ne satılmış, yerine alışveriş merkezi yapılacakmış. Büyükler için oyuncak lazımmış da ondan. Halbuki  gitmesek de, görmesek de , uzakta da olsa o köy bizim köyümüzdü. Yaşım geldi geçti otuzu, arada bir bit pazarına gittiğimde tezgah sahiplerinden bazılarının küçük çocuklarını görürüm. Yere serilmiş müşteri bekleyen üç beş kırık dökük oyuncak ile oynarlar. Bazen içlerinde hoşuma giden figürler denk gelir. Vereceğim fiyat 50 kuruş, hadi taş çatlasın 1 lira. Babasının o çocuğun mutluluğunu 1 liraya satmasına hiç bir zaman sebep olmadım, varsın oynasın çocukcağız derim hep. Şimdi sana soruyorum arap amca, değdimi 1 milyon dolar verip bizim oyuncakları almana?



Geçen yılların ardından bu ay içerisinde koleksiyon objeleri satan bir siteyi geziyordum. Jeton kategorisi içerisinde bizim Tatilya'nın jetonu duruyordu. Kıydım 2 liraya aldım jetonu. İşte Tatilya'ya ait elime gelmiş geçmiş tek obje bu. Eğer bir jeton aklımda bu kadar anıyı tekrar uzun metraj bir film gibi oynatıyorsa kim bilir bir de gitseydim neler olurdu?

İşte o Jeton



Paylaş:

19 Kasım 2015 Perşembe

FameCity & Emperland


1991 yılında hizmete giren İzmir Hilton otelinin oyunseverlerin kalbinde ayrı bir yeri vardır. O senelerde bizim için bir rüyalar ülkesi olan FameCity bu otelin içerinde yer almaktaydı. Giriş otelin arka kapısından sağlanıyordu. Ufak bir pasajı geçerken gördüğümüz sıra sıra dükkanlar genelde yüksek kira yükü yüzünden ya hep boş, ya tadilatta ya da iş değişikliği sebebiyle indirimdeydi. İndirim dediysem yanlış anlaşılmasın kazığın yontulmuş, kıymıkları temizlenmiş hali. İlerideki güvenlik kapısından geçerken hemen sol tarafta bulunan büfe herzaman gözümüze takılan şekerlemeler barındırırdı. Ufak bir gazete bayisi boyutundaki büfenin içerisinde sanki vücudunun sadece göbekten yukarısı olan bir amca oturur, benim şekerlere bakışımı pis pis sırıtarak izlerdi. Tabi anne babamızın sıkı tembihleri neticisende buradan birşey isteyemezdik. Neme lazım birdaha getirmezler falan, allah muhafaza...


Biraz ilerledikten sonra bir dörtyol ağzına gelinirdi. Sağdaki yol Famecity'ye giden yürüyen merdivenin yoluydu. Merdivene atladık mı kollarımızı iki yana açıp yürüyen merdivenin kenar bandına yaslanışımız hala dün gibi aklımdadır. Oyun mabedinin ilk girişinden geçince renkli duvarlar arasında ikinci bir yürüyen merdiven ile aslolan mekana ulaşırdık. Makinaların, oyunların hepsi jeonla çalışırdı. Önünde büyük bir balon olan 80 Günde Devr-i Alem temalı mini golf sahası kişi başı 5-6 jetona mal olurdu. Yine bilardo masaları 4 jetonla çalışırdı. Yaşı daha ufak çocuklar için büyükcene bir top havuzu, bu havuzun başında ana babalar bulunurdu.

Famecity

Jeton satın almak için yuvarlak bir tezgah vardı. Bu gişelerdeki kızlar beş ve katları şeklinde jeton satarlardı. Hemen arka tarafta camdan bir stand ve içerisinde envayi çeşit oyuncak dururdu. Bu oyuncakları öyle para pul ile alamazdınız. Oyun makinalarında yaptığınız puanlara göre kazanılan kuponlar burada para yerine geçerdi. Deli gibi belki haftalarca biriktirdiğiniz kuponun karşılığı genelde maddi değeri gayet cüzzi bir oyuncak olurdu.

Famecity

Atari salonlarında oynamış olduğumuz oyunlar burada da vardı ama bir farkla. O günler dikkat edemediğimiz detay, Famecity deki makinalrın hepsinin orijinal makinalar olmasıydı.

Yıllar içerisinde bu oyun cennetine bazen çok sık bazen de ara ara gidilip gelindi. Birgün içeri girerken tabelanın değişmiş olduğunu gördük. Hafta sonu ödülümüzün yeni ismi Sonic the Hedgehog benzeri bir kirpinin hemen yanında yazıyordu, Emperland...

Emperland / Ultimate Mortal Kombat 3

Çok çok sonraları bu ismin Emper Casino grubundan geldiğini öğrendik. Kısa bir şaşkınlık dışında bizim için değişen bir şey yoktu, çünkü içeride değişen bir şey yoktu. Tüm oyun makinaları yerli yerinde duruyordu. Sadece jetonlar değişmiş, makinalardan kazandığımız kuponların üzerine kirpi resmi gelmişti. Bu kuponları en fazla Western temalı olan atış poligonundan toplamamızda hala sorun yoktu (Tabi baba desteğiyle) Benim en çok oynadığım nişancılık oyunu ise pişmiş kelle gibi sırıtan bir palyaçonun ağzına nişan alıp dişlerini döktüğümüz oyundu.

 Emperland

Yukarı katta yaşımız gereği bizim pek fazla rağbet etmediğimiz, etsek bile oynayamadığımız bowling salonu yer alıyordu. Bu salon uzun yıllar izmirdeki yegane bowling merkezi olarak hizmet vermişti. Genelde cepte jeton babada bütçe tükenince son bir veda turu sırasında göz atılırdı buraya. Daha sonra o girişteki dörtyolun bu kez sol tarafındaki yürüyen merdivenle çıkışa yönelirdik. Eve dönüş yolunda hiltonu arkamıza aldığımızda ya elimizde kuponlarla aldığımız ve kendimizi bunun çok matah olduğuna inandırdığımız bir oyuncak ya da gelecek sefer elimzde olmayan o oyuncağı alacağımız kuponlar bulunurdu.

Emperland'da FameCity'de pahalıydı. Öyle kolay kolay anneler çocuklarını götürüp saatlerce oyun oynatamazlardı. Atari salonları balık ekmek ise burası boğazda balık restoranı niteliğindeydi. Kısıtlı bütçeyle gidildiğinde bazen abinin yanına küçük kardeş de iliştirilir, oyuncaklarda tek jetonla iki çocuğun da gönlü alınırdı.

FameCity & Emperland Jetonlarım

Birkaç sene geçince Emperland da kapandı, o katın kapısına kilit vuruldu ve senelerce tozlanmaya terk edildi. Biz tabi biraz burulduk önceleri ama ekskliğinden yanıp tutuşmadık. Sonra 2011 yılında gazetelerde yazan 'Famecity geri dönüyor' başlıkları heyecanlanmamıza yetti. Bütün anılar canlandı, kıpırdandı, ayaklandı. Bu heyecanı söndürmek için ise bir gidip bakmamız yetiyormuş meğer.  Bir nesli büyüten oyun salonu artık sadece bir bowling salonundan ibaret. Halbuki Youtube üzerinde amatör bir kamerayla çocuklarını çeken Houston Famecitydeki ailenin görüntüleriyle 1990ların İzmir Famecity'si birebir aynıydı. Aynı seneler ve aradaki binlerce kilometreye rağmen...

Paylaş:

Popüler

Son